28 Aralık 2011 Çarşamba

Bir okul hikayesi…

Devamsızlıktan kalan HÖ, af çıkınca okula geri döndü.
İhtarlara uymayarak 3 ay önce öğrenciliğine son verilen HÖ, babasının Milli Eğitim Bakanı’na kadar giderek görüşmeler yapması sonucu sınıfına dönme hakkını kazandı.
HÖ, dün ilk kez okulun kapısından içeri girdi. Diğer bütün öğrenciler toplanmış, kendi aralarında derslerden falan bahsederken, HÖ önce yoklama kağıdının olduğu masaya giderek sınıfına döndüğünü resmi olarak tescillettirmek istedi.
İlk hayal kırıklığını da burada yaşadı. Sınıf listesinde adını göremeyen HÖ, sınıf başkanını beklemeye başladı. Yardımcılarıyla birlikte konuşanları ve afacanlık yapanları hiç acımadan tahtaya yazan sınıf başkanı, karşısında 3 ayda daha da büyümüş, gelişmiş olan HÖ’yü görünce önce bir durakladı.
Ardından başını 30 derece sağa eğip, ellerini ve omuzlarını “Örtmen ismini yazmamış. Ben ne yapabilirim ki… Ama istersen gel, sıranın altında saklarız seni” manasında senkronize bir şekilde kaldırdı.
Zaten üzüntüsünden 3 aydır kendini süt içmeye vererek iyice irileşmiş olan HÖ, öfkelenerek, tıpkı yazar EŞ’in kitabında anlattığı siyah süte dönmeye başladı. Oysa HÖ, bu 3 ayda boş durmamış, Londra’nın Westfield takımında sol bek olmayı başarmış, ayrıca attığı çalımlarla Türkiye’de de takdir görmüş, pek çok ilde adına alışveriş mağazaları açılmıştı. Tüm bu başarılara rağmen biricik sınıfına giremiyor olması ona elbette ki fazlasıyla dokundu. Onu daha fazla kızdırmadan adını yoklama kağıdına eklediler de HÖ, sınıfa öğretmenden önce girebildi.
İlk gün heyecanıyla öğretmenin anlattığı bazı derslerde parmak kaldırmayı başaran HÖ, sınıf başkanıyla kendini bir tutup 30 dakikalık bir konuşma yaparak 3 ayın acısını çıkardı. Bu arada yıl içinde yapılması planlanan sınıf gezilerine de muhalefet etti. O esnada Bobi’nin zihninde bir flashback patladı. İki kafadar öğrencinin bir diğerinin gayrı resmi yavuklusunu görmek için özel uçakla Dam’a çıktıklarına dair bir söylenti…


Söylenir…

Bizi bağlamaz…

1 Aralık 2011 Perşembe

Otomobilin Mercedes’i, sigaranın Marlboro’su, gazetenin Dünya’sı…

“Kaliteyi ucuza almak” ifadesinin gerçekliğine inanan varsa yanılıyor…

Marka değeri, kalite gibi kavramlar pahalı kavramlardır. Çünkü oluşturulması zordur.  

Gerçi, pahalı olan her şey iyi midir, o da tartışılır…

Günümüz dünyasında at izi Bobi izine karıştığından neyin ne olduğunu kestirebilmek zor.

Kafalarda yapılmaya çalışılan eder/bedel değerlendirmeleri ise sonunda berdele bağlandığından kimse ortaya çıkan çarpık kişi/tüketim ilişkisini eleştirme mecalini kendinde bulamıyor.

Konuyu nereye getireceğim…

Kobi’yi ararken dolaştığım yerlerde patronlar genelde dünya ahvalinden dem vuran turuncu/pembe bir gazete okuyor.

Dikkatimi çekti, araştırdım… Ekonomi, politika olduğuna göre, içinde de bir iki Kobi kelimesi geçtiğine göre, bu gazete Kobi’yi tanıyor olabilir, hissine kapıldım…

Alacaktım…

Bulamadım…

Yok sattığından değil…

Kişiye özel olduğundanmış…

Bir nevi butik hizmet…

Fiyatı da bugünden itibaren yıllık 415 TL’ymiş…

Bayiden alırsan 2.25 TL…

Bobi’in parası yetmedi… Böldüm, çarptım, olmadı…

“Türkiye’nin en pahalı gazetesi” dedim…

Yalan değil…

Sonra muadili var dediler...

İlaç gibi yani…

Baktım, Financial Times…

FT, Londra Menkul Değerler Borsası (London Stock Exchange) ve dünya pazarlarında kullanılan tek mali gazeteymiş…

Tek farkı fiyatı…

Türkiye’ye 1 yıllık aboneliği 711 Euro, Hollanda’da 657 Euro, Yunanistan’da 743 Euro, Katar’da ise 1.008 Euro…

Bu da muadil ilacın yan etkisi olsa gerek…

Artık, ağzında ıslatmadan bir Financial Times getiren köpek, terlik getirenden daha itibarlı…

Mülkiyet, üretim ve gelir çerçevesinde şekillenen sınıf ayrımının hayvanatta tezahürü…

Her ikisini getirebilen zaten köyde muhtar…

O kadar para verip okunuyorsa bir gazete, elbet Kobi’nin yerini de bilir…

Takibe devam…

Buradan çıkardığım sonuç ise;

Gayrı organik domates “normal” domatesten evladır…