28 Aralık 2012 Cuma

Maria Sharapova – Serena Williams BUSİAD Evi’nde kapıştı

Bursa Sanayici ve İşadamları Derneği (BUSİAD) 2012 değerlendirmesi ve 2013 beklentilerini basın mensuplarıyla paylaştı. BUSİAD Evi’nde düzenlenen toplantı TEB-BNP Paribas WTA Championships’in Ekim ayında İstanbul’da yapılan finaline damgasını vuran Maria Sharapova – Serena Williams maçını aratmadı.

Stratejik bir nokta olması açısından tam orta yere oturdum. Sağımda Williams – solumda inleyen nameleriyle Sharapova… Maç boyunca Williams, atalarını ABD’ye getiren gemilere ve beyaz adama duyduğu öfkeyi çıkartırcasına vurdu da vurdu… Sharapova ise tüm içtenliğiyle son yıllarda maçlar dışında oluşan popülaritesini yerden kaldırarak karşıdan gelen toplara hasbelkader karşılık vermeye çalıştı… Gözümde Yeşilçam sahneleri canlandı…

Bir film şeridi halinde düşünecek olursak toplantının başlangıcı ve bitişi arasındaki süreç şu yüz ifadeleriyle özetlenebilir…


Özel sektör kendi ayağına kurşun sıktı
Öte yandan toplantının tarihi tamamen bir falsoydu. Zira bir akşam önce Bursalı basın mensupları Bursagaz’ın geleneksel olarak düzenlediği Basın Bowling Turnuvası’ndaydı… Dolayısıyla sabahki toplantıya labut devirme konusunda idmanlı bir şekilde gelen basın camiası akşamki hezimetlerinin intikamını aldı.

Vurmakta çok da haksız sayılmazlardı zira…
2013’te yatırım yapılması cazip olacak ülkelerin içerisinde Türkiye’nin olmaması gazetecileri içlendirdiğinden “Raporu hazırlarken Türkiye’yi yatırım yapılabilecek ülkeler arasında görmediniz mi?” sorusu ortaya atıldı. Yönetim Kurulu Üyeleri hep bir ağızdan “Biz global anlamda değerlendirdik” şeklinde açıklama telaşesine düşerken, Yönetim Kurulu Üyesi Ergun Hadi Türkay’ın “Bu soruyu sormak bile bence büyük kabiliyet gerektiriyor” şeklindeki sert çıkışında yer alan “soruyu beğenmeme ve soranı ezme” edası birkaç saniyelik soğuk rüzgar estirdi. Hemen onun yanında oturan Bursa Çimento Genel Müdürü Mürsel Öztürk durumu anlayıp, “Türkiye’den bakıldığında bu ülkeler görülüyor, dışarıdan bakılsa Türkiye yatırım için cazip görülüyor” açıklamasıyla ortamı yatıştırdı. Bunun üzerine ilgisi dağılan gazeteciler kendi arasında kaynaşmaya, kikirdemeye, mırıldanmaya başladı. Bu lakaytlık yönetimin gözünden kaçmamış olsa da ceket yerine “basına dokunan yanar” ilkesini giyinmiş olan üyeler pek ses etmedi.

Toplantı bittiğinde hepsi de kendi düğününden yeni çıkmış gelin ve damat edasındaydı. Yani başlarına neyin geldiğini veya geleceğini, ne kadar oynayıp, ne kadar altın topladıklarını kestiremeyecek halde…

Sonuç olarak bilen ancak bildiğini anlatamayan BUSİAD, bilmiyormuş gibi görünmekten kendini kurtaramadı…

20 Aralık 2012 Perşembe

OİB Otomotiv Lisesi Türkiye’nin ilk ve tek çatısı akan “Yeşil Okul”u oldu

Yeşil ekran, yeşil okul, yeşil fabrika, yeşil bina, yeşil hastane derken toplum olarak yeşerdik. Haberimiz yok.


Yeşil Ölümsüzler kervanına bir halka da (Bursa Valisi’ni anmadan geçemeyeceğim) Bursa’da eklendi. Ford Otosan ve OİB Eğitim Vakfı işbirliğiyle gerçekleştirilen Arka Pencere Projesi Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’ne yeşil bina sertifikası getirdi.

Okul aynı zamanda Türkiye’nin ilk ve tek çatısı akan yeşil okulu oldu. Sertifika törenine gelen konuklar yoğun kar yağışından kaçarak okula sığınırken, burada da yağmura yakalandılar. Konferans salonuna inen merdivenlerde “wet floor” üçgeniyle karşılanan konuklar, olası bir zincirleme kaza tehlikesine karşı kol kola girip, örnek bir dayanışma sergileyerek salona indi.

Salonda oturdukları köşenin aktığını gören basın mensupları hemen çıkıntılık yaparak “Bu ne iştir!” yaygarasına başladı. Yetkililerden aldıkları “Yeşil demek doğa ile uyum içinde olmak demektir. Doğanın dengesiyle bir hareket etmektir” cevabıyla köşelerine sindiler. Bunu içlerine sindiremeyen basın taifesi okuldaki 1 milyon 600 bin metreküp doğalgaz sarfiyatının yapılan çalışmalarla 1 milyon metreküpe indiğini öğrendiğinde ise sırf intikam olsun diye: “Her yer buz gibi. Yakmazlarsa tabii tüketim düşer!” yorumunda bulundu.

“Arka Pencere”ler tablo oldu, dönüşüme gelir sağladı
Tüm bunlar bir yana, proje gerçekten güzel. Ford Otosan Genel Müdür Yardımcısı Cengiz Kabatepe, “Arka Pencere” sosyal sorumluluk projesinin çıkış noktasını şöyle anlattı; “Amerika’ya ihraç edilen Transit Connect modellerimizin şoför koltuğu arkasındaki camın uygun panellerle kapatılması istenmişti. Bunun için birçok deneme yaptık. Parça geliştirme çalışmalarından arta kalanları ise ‘Arka Pencere’ projemiz çerçevesinde yeniden kazandık. Atatürk fotoğraflarından Osmanlı eserlerine, Koç Müzesi’nde sergilen Klasik Otomobil koleksiyonundan Çanakkale Zaferi’nin en özel karelerine kadar birçok fotoğrafı üretim fazlası panellerimize bastırarak birbirinden güzel tablolar meydana getirdik. Bu tabloları bağış usulüyle satarak, gelirini okulumuzun dönüşümünde harcadık. 68 firma, 275 panelimiz için toplam 131.400 TL bağışta bulundu.” Yapılan çalışmalarla okulun 440 bin Kw’lık enerji kullanımı yüzde 30 verimlilikle 300 bin Kw’a, 15 bin metreküplük su tüketimi de 10 bin metreküpe düşürüldü.”

“Yeşil Bina” sertifikası İngiltere’den geldi
Okul yönetimi İngiltere’deki Bina Araştırma Kurumu (BRE) Breeam In Use sertifikasyonuna sahip olmak için değerlendirme süreçlerinden geçti. Bu süreçte, okulun ekolojik test raporu oluşturuldu ve çatıya güneş enerji sistemi kurularak okulun kendi enerjisini kendi üretebilir hale gelmesi sağlandı. Gereksiz elektrik enerjisi ve su kullanımını engelleyecek sensörler takıldı. Bu dönüşümler sonucunda, elektrik ve su tüketiminde ortalama 1/3 oranında tasarruf sağlandı. Çevre çalışmaları için, sivil savunma uzmanları eşliğinde acil durum raporları hazırlandı, yangın ve afet risk analizleri yapıldı. Okul bahçesine bisiklet parkı yapıldı, yangın ihbar santralına acil durumda telefonla çağrı gönderecek modül takıldı. Acil durum planları hazırlanarak ilgili personel ve öğrencilere eğitim verildi. Geri dönüştürülebilir atık toplama alanları oluşturuldu. Bina kullanım kılavuzu, satınalma ve çevre politikası kitapçığı hazırlandı, kullanıcı memnuniyet araştırmaları yapıldı. Tüm bu çalışmaların ardından okul, yeşil bina sertifikası almaya hak kazandı.

Bobi, "Hayırlı olsun" der...

12 Aralık 2012 Çarşamba

Bursa'da Moğol 'istilası'...


"Geldiler, yaktılar, yıktılar ve çekip gittiler” demiş bir tarihçi…


İskender Pala’nın son kitabı ‘Od’da da Moğol istilasından bahsedilir.

Benim tanıdığım yegane Moğollar Cahit Berkay, Taner Öngür ve Engin Yörükoğlu’dur. Onlar da Moğol değildir.

Cahit Berkayla Engin Yörükoğlu’nu az zorlasak belki Moğol’a benzer ama arada Taner Öngür sırıtır.

Moğollar denildiğinde aklıma bir de ‘Cengiz Han, Bağdat, eski yazma eserler, rasathane ve vesika’ gibi kelimeler gelir…

Oysa Moğollarla bir ortak yanımız vardır. O da Viyana kapılarından dönmüş olmamızdır…

‘Onlar yordu, biz girdik’ şeklinde bir yorum yapmak isterdim ancak, bizim Avrupa’yı işgalimiz 1961 Anayasası ile birlikte Türk vatandaşlarına seyahat özgürlüğünün temel bir hak olarak tanınması üzerine “konuk işçi” (gastarbeiter) olarak Almanya ile başlar.

'Dede erik yer, torunun dişi kamaşır' derler... Cengiz Han'ın yediği eriklerle gelenleri kamaştırmayalım şimdi...


Velhasıl bu yıl 6’ncısı düzenlenen Dünya Moğol Kongresi Bursa'da başladı. Açılışa gitmedim ama yarınki Ekonomik Formu izlemeyi ve birkaç Moğol görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Bugünkü açılışta konuşan Dünya Moğollar Kongresi Başkanı Büyükelçi, Moğolistan Dışişleri Eski Başkanı T.S. Gombosuren, iki ülke arasında ikili ilişkilerin gelişmesi için yararlı çabalar gösterileceğine vurgu yapmış.

"Geçen sene 37 milyon dolarlık bir ticaret hacmine ulaştık. Bu da günden güne artıyor. Moğolistan'daki Türk yatırımcı tutarı 2,2 milyon dolar seviyesine ulaştı. Ayrıca TİKA çok faydalı projeler geliştiriyor. Bu projelerin toplam tutarı ise 27 milyon dolar. Türkiye ve Moğolistan ilişkilerinin daha derine ulaşmasını istiyoruz. Demokratik yollarla birlikte ülkelerimiz ve halklarımız arasında ilişkileri daha da geliştirip bunun meyvelerini ise birlikte toplayalım" demiş.

Ben de dünya gözüyle bir Moğol görmeden yorum yapmak istemiyor ve hakkımı yarına saklıyorum.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Kim gördü... Bobi gördü...



Rahmetten kaçmadan patimi kuyruğumu sallaya sallaya ve dahi ıslana ıslana dolanırken yanıma siyah pardesülü, uzun boylu, bir bastonu eksik ak saçlı biri yaklaşarak "Burada Bursagaz varmış, nerededir?" diye sordu.

Çok heyecanladım, çünkü her zaman bir köpeğe adres sorulmaz...

"Tanıdım seniii" dedim...

Gerçekten de tanıdım...

Yer tarifinden sonra "Beni nereden tanıdınız?" diye ısrar edince, "Eski bakan" dedim...

İnanamadı. "Beni hatırlamanıza çok memnun oldum" dedi....

"Bir zamanlar önemli mevkilerde görev yapmış olan insanlar devirleri geçince hatırlanmaktan ne kadar da memnun oluyor... Egosantrik bir durum sanırım" diye düşündüm...

Her şeye rağmen onu üzmemek için "Hiç değişmemişsiniz" dedim...

"Ama ben 1993-1994 yıllarında bakanlık yaptım. Nasıl hatırlayabildiniz? Bravo" dedi...

"İnsanları hatırlamak değil, insanların kendini size nasıl hatırlattığı önemlidir" diyecektim...

Olmadı...

Patimi avcuna aldı, insanların yaptığı gibi tokalaştık. Ayrıldık...



"Evet, Sivas, Madımak Oteli, 2 Temmuz 1993, İçişleri Bakanı..." diyemedim ya...



Diyeydim iyiydi :)





7 Aralık 2012 Cuma

Hangi Bursalı sanayici film yapımcılığına soyundu?

Bursa’da bir film platosu kurulması söylemleri zaman zaman kulağımıza gelirken, bazı geleceği gören sanayiciler de bu işin altyapısında yer almak için şimdiden kolları sıvadı. Bobi olarak bunları tespit etmek de bana düştü.


Bursalı sanayicilerin en etik, en tekstilci kişiliği, Amerikalarda okuttuğu evlatlarının ısrarlarına dayanamayarak İstanbul’da kurduğu bir şirketle, ya herru ya merru, diyerek yapımcılığa soyundu. Bir tekstilci sinemadan, yapımcılıktan ne anlar dememek lazım. Daha önce inşaatçıyken tekstil sektörüne girenlere ses çıkarılmadığı gibi tekstil sektörüyle birlikte başka işler yapmak isteyenlere de ses çıkarılmamalıdır. Etik olmaz. Burada önemli olan özsermayenin güler yüzü, tatlı dilidir. O mutlu olduğu sürece herkes her sektöre girebilir.

Zira Adam Smith ne der?

“Laissez-faire, laissez-passer” (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler)

“Let Things Alone, Let Them Pass, The World Revolves Itself”

Üretim faktörlerinin bir kesimden diğerine serbestçe geçebilmesi gerekmektedir, bu geçişi sağlayan en önemli etken de fiyattır.

Bir diğer bilgi de otomotiv sektöründen geldi. Onlardan aldığı hevesle mühendislik tahsilini yarıda bırakan otomotiv sektörünün Bursa’daki Fransız temsilcisi firmalarından birinin taze genel müdürünün oğlu da sinema okumaya başladı.

Bu işleri çok önceden öngörerek kariyerini bu yolda şekillendiren bir diğer isim ise turşu gibi Berrak bakışlı, Gogol Bordello bıyıklı E.T. idi. Kendisi yola yeni revan olanlara hamilik yapar mı bilmem.

Ama benim için konunun farklı bir ehemmiyeti var. Bugüne kadar üniversite öğrencilerinin mezuniyet projeleri kapsamında hatır gönül, değerlendirmeye alınan, ancak çekmeye kimsenin cesaret edemediği güzel senaryo fikirlerime de daha profesyonel, yeni bir kapı açılmış oluyor böylece.


Dağyenice Termal film platosu... Why not?

Bence Vali Bey önderliğinde Bursalılar olarak burada bir sinerji yaratabilirsek, Dağyenice bölgesinde termal bir film platosu kurup, 3. Yaş turizmi çerçevesinde Sylvester Stallone, Mickey Rourke, Jason Statham, Jet Li, Arnold Schwarzenegger, Bruce Willis’in oynadığı “The Expendables” tadında güzel filmler çekilebilir, Hollywood’u bile sallar, Bollywood’u silkeleriz.


cooolllll ;)


Cast işini üzerime alıyorum. Oyuncuları ben bulurum…

Herkese hayırlı işler…

19 Nisan 2012 Perşembe

Bursa’yı Al bastı, Al-man bastı…

Türklerin İslamiyet'ten önceki inanç sistemleri olan Şamanizm'e dayandırılan ve Asya - Türk kültürünün çeşitli boylarına yayılmış bir inanış olan “Al Basması” vakıası Bursa’da yaşandı. Genellikle insan taifesine musallat olan bu cins-i peri bu kez bir kente musallat oldu. Allah hayır etsin.


Üç gündür kentin üzerinde bir ağırlık… Gelen bir değil, iki değil… Bir eyalet Al-man… Başbakanları da başlarında… Bastı… Tıpkı tariflerdeki gibi uzuunn boylu, aralık dişli, sarışın... Ayakları ters değil, baktım…

Dün toplantılarına gittim… Birinin göğsüne bir iğne batırayım da gayrı bize kul köle olsun, ömür boyu hizmet etsin, diye düşündüm… Çok uzun olduklarından beceremedim… Patim yetmedi…
Devlet nezdinde karşılandılar… Belediyeleri ziyaret ettiler… Ticaret ve Sanayi Odası’na gidip protokol bile imzaladılar… Mudanya’da yemek yediler… Helga için Kozahan’dan en oryantalist şalları aldılar…
Başbakan Volker Bouffer; “Bursalıların gösterdikleri yakın ilgi dolayısıyla mutluluk duyduk.

Bursa çok güçlü bir şehir” dedi. (Buradaki ima, ‘Kalabalık geldik ama Bursalıların teveccühü karşısında fenalık yapmaya yüzümüz tutmadı… Zaten 1. World War’da da müttefiktik… Yine gelecek biz…’ şeklinde okunabilir…

Türkmenbaşımız da “Hessen ile Bursa arasında sadece ekonomik bağlantılar değil, gönül bağları da kuruluyor” dedi. (Buradaki ima da; ‘Ne olursan ol, yine gel’ şeklinde okunabilir…)
Bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak, 18’ine geldiğinde çocuğunun gerisine tekmeyi basan Batı Avrupa toplumunun tersine oldukça duygusal bir milletiz.

Doğuya ayrı, batıya ayrı kompleksliyiz…

Bizim gibi duygusal sanırız karşımızdakini de…

Hiç unutmam yıl 2010…

Avrupa Birliği’nin Ankara Büyükelçisi Marc Pierini Bursa’da…

Patronla buluşuyorlar… Ev sahibi olarak patron bir konuşma yapıyor. Konuşmasında:


“Türkiye, Avrupa Birliği tam üyeliğine giden yolun 'uzun ince bir yol' olduğunun farkında. Bu nedenle demokratik ve ekonomik standartlarını Avrupa Birliği seviyesine çıkarmak için büyük çaba sarf ediyor. Ancak Avrupalı dostlarımız da hiç bir evliliğin tek taraflı fedakarlıkla sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyor olmalı” diyor…

Özgüveni odanın tavanından kendisine bakan Büyükelçi’den yanıt gecikmiyor…

“Katılım süreci duygusal bir seyahat değildir. Mevcut kurallara dayanmaktadır ve tarafların karşılıklı menfaatlerine dayanır.” Yani daha söz var, nişan var, düğüne çok var... Kim öle kim kala...
Danke…

Bitte…



17 Mart 2012 Cumartesi

...ve Zirve'de sürpriz...

Bobi olarak çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim...
Sahneye çağırdıklarında, "Yok canım daha neler" dedim...
Meğer daha daha neler varmış...

Takdir ettim...

ve huzurlarınızda devletin Bursa'daki sesi...

http://www.dailymotion.com/video/xpi7le_zirvede-devletin-sesi_news


Konukoğlu’ndan inciler…

ilk gün oturumlarından “Üretim Cephesinde Neler Oluyor?”a bence Abdülkadir Konukoğlu damgasını vurdu.
“Yeni Türk Ticaret Kanunu sağa dön hapis, sola dön hapis…”
“Fransa’da pamuk üretimi yok. İtalya’da çok az, Yunanistan’a Allah yardım eylesin”
“Adem ve Havva’dan bu yana herkes giyinir. Ama tekstil ölüye de gerek diriye de gerek”
“Herkeş biliyor…”

Ethem Dede’nin taşlarını Suzan Sabancı Dinçer karşıladı…

Suzan Sabancı Dinçer… Botox’tan mı, burun estetiğinden mi çıkaramadım…. Ama doğal olmayan bir şey var… Konuşması biraz kasmalı… Ethem dede’nin bankacılık sistemine attığı taşları havada yakalayıp, cilalayıp geri fırlatmak için mikrofonu aldı, fazla uzun konuşamadı ama şunları söyledi;
“Son dönemde dünyada büyük bir küresel kriz yaşandı. 2001-2002 finansal kriz sonrasında Türk bankacılık sektörü güçlendi. Türk bankaları bugün asli görevini yapmakta. Türkiye’de bankacılık sektörü hazineye vergi ödemiş, reel sektöre kredi vermek için birbiriyle yarışan bir sektördür. Türkiye’nin 10. ekonomi olması için sadece büyümesi değil, finansal istikrar ve sağlam altyapıya da sahip olması gerek. Bankacılık sektörünün sağlam yapısının devam etmesi gerek. 10 yıl sonra Türkiye ekonomisi bankacılık aktifleri 6 trilyon dolarlara gelecektir. Bankacılık sektörü karlı olmalı. Karı özkaynaklarına ayırmalı, özkaynaklarını da kredi olarak verebilmelidir. Bundan sonraki dönemde Türkiye’nin en önemli konusu tasarruf konusudur. Tasarruf ürünlerinin önemli rol alacağını düşünüyorum. Bankacılık sektöründe de tasarrufu öne çıkaracak çalışmalar olacaktır. Özellikle uzun vadeli tasarrufa teşvik edici bir yapı oluşmalı. Bireysel emeklilik sektörü bu noktada önemli. Sektöre kaynak getirecektir. Bununla ilgili yatırım fonları ve sigorta sektörü olarak düzenlemeleri bekliyoruz. Kobi sektörü olmazsa olmazdır. Türkiye’de de dinamik bir nüfus var. Kobi sektörüne bizim eğilmemiz lazım. Orada bir fırsat var. Kobilerin sadece banka kredileriyle büyümeleri de mümkün değil. Halka açılıp şeffaflaşmalı.”

Mao’dan Tao’ya Ethem Dede ve zirveden inciler…

Eski Maocu, yeni Tao’cu Ethem Dede bir tilki fıkrası ile başladı. Ardından Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’e “Osmancık” diyerek Orta Asya ve Fransız İhtilali, İpek Yolu’nu de katarak derin bir tarih dersi verdi. Ethem Dede dedi ki:
“Şimdi dünyada durum ne… Kürenin kuzeyi ve batısında bireyin alabildiğine özgür, müreffeh, demokrasi içerisinde 30 bin dolar üretiyor, 40 bin dolar tüketiyor. Kapitalizmin de tarifi bu. Ürettiğinden fazlasını tüketmek. Artık yeni bir oluşum çıktı. Dünyanın güneyi birey değil hala kul. 300 dolar üretip 200 dolar tüketiyor. 7 milyar insan kapitalimin geldiği noktayı anladığından artık dünyanın her yerinde meydanlara dikiliyorlar.
Bankacılar girişimcilerin yerine geçti. Bunu aşmanın yolu Asya’nın en kıymetli kaynağı olan insanı üretken hale getirmektir. Çünkü Asyalı batılı benzeşi gibi 20-30 bin dolar üretmeye başlarsa bir bolluk dönemine geçer insanlık ve kapitalizm de düştüğü çukurdan çıkar. Asya’da demokrasi gelişecek ve oradaki insan üretmeye başlayacak. Bunun Türkiye’ye etkisi nasıl 13. Yy da lojistik yolları bizim ellimizde ve avantaj bizdeydi, şu anda da hem doğu hem batıyı bilen tek insan burada. Batılı bizimle birleşerek Asya’da demokrasiyi tesis edecek. Modern Marco Polo’lolar bize gelerek iş öğrenip oradan Asya’ya gidecektir. Bunu ne Obama, ne Sarkozy, ne de biz istesek de durdurabiliriz. Uygarlık New York’tan havalandı. İki yere konacak. Ya Hindistan’a ya da Türkiye’ye konacak. Bunun için de 73 milletin kendini bulacağı bir anayasa yapmak lazım. Amerikan anayasası Osmanlı’nın meyvesidir. Bizim coğrafyamızda bunlar var. Bir de modern devlet inşa etmemiz lazım. Bizim devlet anlayışımız devletin ve milletin birbirini kandırması üzerine kurulmuştur. Kobileri birleştirip büyüklük yaratmalıyız. Birliktelik yaratmak için şeffaflaşmamız lazım. Altımız ıslak, temizlememiz lazım. İhracat anlıktır. Marka üretip ihraç etmemiz lazım.

Davos’a değil Uludağ’a hoş geldiniz… BOBİ Zirveden canlı bildiriyor…

Bursa valisi Şahabettin Harput’un “Kervan Yolda Düzülür” konseptiyle, gönüllere su serperek düzenlenmesi için sonsuz çaba gösterdiği I. Uludağ Ekonomi Zirvesi başladı. “Davos” olmak için Bursa olarak yola çıktığımız bu organizasyonda Bobi olarak ben de yerimi aldım. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın da organizasyona katılması bana olan ilgi ve alakayı kısmen azalttı. Önemsemedim. Grand Yazıcı Otel’de beklediğimden güzel bir organizasyon hazırlandığını söylemem gerek. Türkiye’nin iş dünyası babalarını ağırlayan Uludavos’ta hafta içi olması itibariyle trafik sorunu da yaşanmadı. Yarın cumartesi ve ne olacağını kimse kestiremez. Hava güzel, pistler açık… Şeytan Bobi’yi dürtse de, bugün Türkiye ekonomisine katkılarımı sunmak için organizasyonu takip edeceğim.
Dünden bu yana Bursa’da olan ve çeşitli kurum ve kuruluşlarda yaklaşık 5 ziyarette bulunan Ali Babacan açılış konuşmasında, dünkü konuşmalarından bir kokteyl sundu. Bursa Valisi Şahabettin Harput, konuşmasına “Davos’a değil Uludağ’a hoş geldiniz” diyerek başladı.
“İş Liderleri Türkiye 2023: Hedef İlk 10 Ülke” konuşlu İlk oturum şu anda start aldı ve Türkiye’nin patronlar kulübü TÜSİAD’ın demirlady’si Ümit Boyner konuşmasına başladı. “Dış ticaret açığı sürdüğü ölçüde iç tasarruf Türkiye için önemli olacaktır” diyen Boyner, verimlilik tabanlı büyüme, üretkenlik artışı, inovasyon, teknoloji yaratma, yapısal reformlar ve eğitim konusunu önündeki sehpaya yatırarak diğer konuşmacılara çok da söz bırakmadı. Kendisinden hükümete bir laf sokmasını da bekliyorum.
Oturumda ayrıca tüm esmerliğiyle Suzan Sabancı Dinçer, yeni imajı ile hacı baba Ethem Sancak, babasının kızı Begümhan Doğan Faralyalı ve Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir de yer alıyor.

Uludağ Ekonomi Zirvesi'nden notlar...

Sevgili Bobi severler...

İki gündür Türkiye'nin Davos'u Uludağ'daydım.
Kayak hevesim tavuk gibi kursağımda kalsa da kendimi ülke ekonomisinin bekaasına adadım...

Dün erişim nedeniyle wordpress'te bulunan adresten canlı yayın yapmış olsam da, okuyamayanlar için aynı yazıları buradan da yayınlayacağım....

Bu arada dün gece düzenlenen gala yemeğinden sizlere bir de sürprizim olacak...

hadi bakalım...

17 Şubat 2012 Cuma

Cavit Çağlar sessizliğini bozdu...

 uzun bir aradan sonra ilk kez sessizliğini bozdu…


Dedi ki…

“Benim bir hayalim vardı. Bursa’da Yıldırım bölgesinde daha çok gecekondulaşmalar vardı. İçime böyle bir sıkıntı basardı. Derdim ki ben bir gün imkan bulursam aynı Amerika’daki Manattayn gibi bir yer yapmayı düşünüyorum… 10 bin kişi yaşıyor şu anda orada. İnsanlar orada nefes alıyor.”


“Türkiye’nin ilk özel kanalı olan NTV’yi kurdum. NTV’nin açık adının Nergis Televizyonu olduğunu hatırlatmak isterim.”


“Olay Gazetesi’ni çıkaran arkadaşlardan da bir tek şey rica ettim. Dedim ki bana hakaret yok, bir de kimsenin namusuyla şeyiyle oynamak yok. Bizim şahıslarla işimiz yok.”


“Hiç kimsenin şahıs olarak benden bir kuruş alacağı olmamıştır. Bankadan gittim borç aldım. Banka o. Para satıyor. Ticaret yapmak için alıyorum.”


“Kimin çanağa eli yakınsa o götürüyor. Biz o çanağa yakınlığı bir onunla bırakmadık.”


Akşam dinlediği türkülerden etkilenmiş olsa gerek, Bobi’nin aklına bir Rumeli türküsü daha geldi:


“Ar gelir Osman Aga ar gelir”