31 Aralık 2010 Cuma

Bursa Ent meclisi toplandı...


Ent meclisi yağmurlu bir Bursa akşamında yılın son toplantısını yaptı…

En yaşlı entler meclis salonuna ağır ağır girerken, nispeten daha toy olan bazı entler de yaşlıların ellerini saygıyla öperek yerlerini aldı… Orcların gazıyla çalışan bir grup Goblin ise dişlerini bileyerek sessiz sedasız yerlerine süzüldü… Havadaki gerginlik en arka sırada oturan bendeniz Bobi’nin hassas duyularından kaçmadı…

Yapılan bütçe açıklamalarının ardından söz alan yaşlı bir Goblin, Entlerin ortak fayda adı altında kutsal ormanın değerlerinin çarçur ettiğini ima ederek, bu gidişe bir son verilmesi gerektiğini söyledi.

28 Aralık 2010 Salı

Pati donduran fabrikaları açıklıyorum…

Bir de kürkü kalın, üşümez, derler…
Külliyen yalan…
Allah’tan her sabah D vitamini takviyemi alıyorum, her akşam mayalanmış kefirimi içiyorum… Yoksa halim nice olur?

Geçtiğimiz hafta soğuktan dem vurup, dertlendim… O dertle pati donduran fabrikaları açıklayacağımı söyledim… Şimdi açıklamazsam olmaz…

Evet, Bursa sudan ibaret olduğu gibi aynı zamanda Uludağ’dan esen yelin etkisiyle soğuktan da ibarettir. Bu durum karşısında Bursalı sanayicilerin bir kısmı ısı kaybını önlemek için verimlik uygulamalarına giderken, bir kısmı da daha radikal çözümlerle kışa meydan okuyor.

Bunlardan biri de Bursa’da 42 yıl önce faaliyete geçen ve 1972 yılında Türkiye’nin ilk

23 Aralık 2010 Perşembe

"Hamdolsun" İnegöl mobilyadan ibarettir, mobilya da ağaçtan…

Kişi refikinden azar sözü boşuna değildir. Ali Kaptan gibi seyrüsefere, hırçın denizlere alışmış bünyelerin karada asabi, çekilmez biri olması gibi kişi en çok neyle muhatap ise zamanla ondan bazı özellikler sızdırır bünyesine. Muhatap olunan şey bir nesne de olabilir. Nesnenin enerjisi, ister inanın, ister inanmayın, insanın bünyesine tesir ederek bir takım huy suy değişikliğine yol açabilir. Sonra da şaşılır; “Bu böyle değildi, ne oldu da değişti” diye. Şaşmamak gerekir. Kişiler meslekleri seçerken bir süre sonra meslekler kişilikleri şekillendirmeye başlar. Ziyanı yoktur. Maksat mesafeyi koruyabilmek, kendini kaptırmamaktır. Velhasıl insan hayatının her evresinde bir tür odundur… Zaman içinde yontulur, işlenir… Budanma ve yontulma işlemine çoğu insan istekle girer… Kimine de dışarıdan müdahale gerekir. Müdahale edilemeyen olduğu gibi kalır…

Kobi’yi aramaya ilçelerde devam ettiğimi kaydetmiştim daha önce. Geçtiğimiz günlerde de köftesi ve mobilyasıyla isim yapmış güzide ilçemiz İnegöl’deydim. Ben de köftecilerden ziyade mobilyacıları gezerek yukarıdaki tezimi oluşturdum.

17 Aralık 2010 Cuma

Zeze’yi görmeye gittim…

Zeze’yi görmeye gittim…

Gelin dedi, gittik…

Zeze Türkiye’nin en büyüklerindendir. Hem okur, hem dokur…

Kimi korkar Zeze’den, kimi ‘babadır’ der…

Kimi onu gördüğünde makineler arasında eğrilip iplik olmak, yok olmak, toz olmak, görünmez olmak ister… Kimi ‘aş evi yapan, engelliler okulunun bitirilmesi için destek çıkan bir iyilik timsalidir’ der…

Zeze Bademli bir saksıda oturur… Ama konuştuğunda Ahmed Arif’in dediği gibi;

“Bakmayın saksıda boy verdiğine / Kökü Altındağ'da, İncesu'dadır” gibi bir havası da vardır…

Dedim ya çağırdı, gittik, diye…

Zeze öyle her zaman herkesi çağırmaz… Düşündüm ki, mevzu derin…

Zeze dertlenmiş…

Baktım yanında Kingston Livingston III ile Sayıların Kontu da bulunuyor.

Eh, mevzu epey bir derin, dedim…

Zeze sustu, sustu… Sonunda patladı…

Bursalı sanayicilerin “verimlilik” artırmadaki radikal çözümleri

Soğuk havalarda ısınma turları atan Bobi, fabrika fabrika dolaşıp hem Kobi’yi, hem de minder sereceği bir kalorifer dibi arar…

Soğuk kış günlerinin en iyi tarafı sıcak fabrikaları gezmektir. Ancak kriz Bursalı sanayicileri verimlilik ve maliyet düşürme konularında çeşitli uygulamalara ittiğinden sıcak fabrika bulmak bugünlerde iyice zorlaştı. Yine de havaların tek haneli rakamlara düşmesine, eksilere göz kırpmasına rağmen Kobi’yi arama gayretim sürüyor… Bugün Bobileaks edasında pati donduran bazı tesisleri deşifre etmeyi planlıyorum…

Ancak öncelikle açıklamak istediğim bir husus var.

Patronun odası neden soğuktur?

Patronun odasının soğuk olmasının birkaç sebebi vardır.

İlk varsayımım:
Patron çok cimridir, meslek edindirme kurslarına gönderdiği Eskimoları kalifiye eleman olarak üretime katar, kendisi de başlarında durur. Daha fazla kar, daha çok üretim için tesis içinde Adolf Hitler gibi oradan oraya dolanan patronun gerilmiş kasları soğuğu geçirmesini engeller. Bu nedenle odasını ısıtma gereği duymaz.

9 Aralık 2010 Perşembe

Wikileaks belgelerinde şok iddia!


Yaptığı yayınlardan dolayı ABD hükmetinin dikkatini çeken Bobi, son açıklanan Wikileaks belgelerinde ‘ABD’nin çıkarlarını tehdit eder nitelikte’ olarak tanımlandı.

Julian Assange’ın teslim olmasının ardından dünyada yankı uyandırması beklenen ABD Dışişleri Bakanlığı'na ait olan gizli belgeler açıklanmaya devam ediyor. 09 Aralık 2010 tarihinde New York Times, İngiliz Guardian, Fransız Le Mond ve İspanyol El Pai gazeteleriyle Alman Der Spigel dergisinde eş zamanlı olarak yayımlanan son belgede Kobi gezgini Bobi’nin yayınlarında ABD hükümetinin çıkarlarını tehdit eder nitelikte araştırmalar yayınladığı iddia edildi.

“Dünya ekonomisi için tehdit oluşturuyor”
Wikileaks’te açıklanan son belgede CIA Bursa Şube Başkanı Rubber Birduck’ın ABD hükümetine gönderdiği namede Bobi hakkında şu ifadeleri kullanması dikkat çekti;

2 Aralık 2010 Perşembe

29 Kasım 2010 Pazartesi

Ünlü komedyen Steve Martin’in Orhangazi’de işi ne?

Kime niyet kime kısmet… Orhangazi’de Kobi’yi ararken bakınız kime rastladım…

Biraz kilo aldığı ve saçlarının gürleştiği gözlenen ünlü komedyen Steve Martin Orhangazi ilçesindeydi.

Çocukluğundan bu yana sanayinin kiri, pası, yağ kokusu, makine gürültüsü içinde olmak isteyen, ancak babasının zoruyla komedi filmlerinde rol alarak 1970’li yıllardan itibaren kariyerini bu yönde geliştiren Martin, 2000'li yıllarda yaşı gereği daha az filmde rol alır olmuş. Hal böyle olunca da hayallerini gerçekleştirmek ve magazin basınından uzak kalabilmek maksadıyla kendini İznik Gölü kenarındaki şirin ilçe Orhangazi’ye atmış.

Kendisine Türkiye’deki ilk polipropilen elyafı üreticisi olan Elsan Elyaf’ın Orhangazi’deki fabrikasında rastladım. Üzerindeki Adidas eşofmanı ve güler yüzüyle kamerama poz veren Steve Martin’in ilçede bulunduğu süre içerisinde Türkçeyi aksansız konuştuğunu, yeşili gören her Türk gibi rahat tavırlar içinde olduğunu ve bir sporcu gibi zeki, çevik ve akıllı olduğunu gözlemledim.


Karede Steve Martin’in geçmiş günlerinden iki görüntü de yer alıyor ki, Orhangazi’nin suyu, yeşili ve nispeten temiz havasının insan üzerindeki fizyolojik etkileri de böylece “Aradaki 7 farkı bulun” gibi bir bulmaca tadı veriyor.

Peki, benim ne işim vardı Elsan Elyaf’ta… Tabii ki Kobi’yi arıyordum. Ve Topbaş Ailesi’ne ait olan 560 dönümlük arazide 60 dönüm üzerine kurulmuş olan fabrikanın Kobi için iyi bir saklanma yeri olabileceğini düşündüm.

25 Kasım 2010 Perşembe

Memleketten ilan manzaraları....

Türkiye'nin sorunu işsizlik mi, mesleksizlik mi?
Ne iş olsa yapılabilir mi?
Yatılı kalınabilir mi?
Yumoşçu kime denir?
Yalnız kalanları acımadan kiralayabilirler mi?
Ponponi iş bulmuş mudur?
Bursasporlu futbolcuların elinden başka bir iş gelir mi?
Buyrun...





Kulakları düşen Bobi şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemeyince, rahmetli Turgut Özal gibi "No comment!" dedi...

Bobi Orhangazi’de…


Kobi’yi aramaya ilçelerde devam etme kararı aldıktan sonra ilk durağım Bursa’nın Yalova’ya yakın ilçesi Orhangazi oldu. Büyükler demiş ya, ‘Ya deryaya yakın ol, ya hükümdara’ diye… Ben de içinden geçek olan otoyolla stratejik önemi daha da artacak, İstanbul’a daha da yakınlaşacak olan Orhangazi’yi seçtim…
Orhangazi ilçesi 1.6 milyar dolarlık toplam ciro ve 400 milyon dolarlık ihracat ile sıralamada pek çok ilden daha üst sıralarda yer alıyor. Çoğunluğu kendi sektörünün lideri ve lokomotifi olan Orhangazi'deki bazı işletmeler, Türkiye'deki yaklaşık üretim paylarına göre değerlendirildiğinde; Asil Çelik’in Türkiye üretiminin yüzde 65'ini, Cargill’in yüzde 50'sini, Bamesa’nın yüzde 60'nı, Döktaş’ın yüzde 42'sini, Kırpart’ın yüzde 52'sini, Polifleks’in yüzde 92'sini, Ormo’nun Nako markasıyla Türkiye üretiminin yüzde 42'sini karşıladığı görülüyor.

Orhangazi’de faaliyet gösteren Asil Çelik’te kalite karbon çelikler, az alaşımlı ve yüksek alaşımlı çelikler üretilirken, Finlandiya şirketi tarafından satın alınan eski Döktaş da ilçede Componenta A.Ş. adıyla motor gövdeleri ve otomotiv yedek parçaları üretiyor. Tekstil ve iplik sanayi alanında faaliyet gösteren Ormo Yün İplik, Okiteks, Elsan Elyaf, Sarander Tekstil gibi birçok kuruluş da ilçede tesislerinde ürettiği yün iplikleri dünya ve Türkiye pazarlarına sunuyor. Gıda sektöründe üretim yapan Cargill de mısırdan elde edilen nişasta bazlı tatlandırıcılarla sektörde önemli bir yer tutuyor. Zeytursan, Durmaz Zeytin, Namsal Gıda gibi işletmeler de gıda alanında öne çıkan firmalar.

24 Kasım 2010 Çarşamba

'Halka Arz' ederim...



Halka Arz Seferberliği Bursa Zirvesi” dün başladı. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği (TSPAKB) ve Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın (BTSO) işbirliğiyle Atatürk Kongre ve Düğün Sarayı’nda yapılan zirvenin açılış konuşmalarından iki zirve daha çıkardı.


Zaten SPK Başkanı Vedat Akgiray da, “Açılış konuşmaları kapanışa kadar sürecek galiba” diyerek sağ gösterip sol vurdu, 55 dakika konuştu. 2 saat süren açılış konuşmalarının ardından, ‘Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir’ zikri ve fikriyle 1. oturuma geçildi ve oturumda ‘Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma ve Sürdürülebilirlik İçin Halka Açılma’ konusu tartışıldı. Oturuma listede adı yazan Torunlar Grup Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Torun katılmadı.

Zirvede söz alan TSPAKB Başkanı Nevzat Öztangut, İMKB Başkanı Hüseyin Erkan, SPK Başkanı Prof. Dr. Vedat Akgiray, TOBB Yönetim Kurulu Üyesi ve BTSO Meclis Başkanı İlhan Parseker, BTSO Başkanı Celal Sönmez; şirketlerin halka açılmasının önemini anlattı. (Bu arada Hacı Vali Bey kutsal topraklarda manevi zirveye ulaşmakta olduğundan halka arz seferberliği zirvesine katılamadı.)

Hisse senedi, TL, dolar kelimeleri ve envai çeşit rakam havada uçuştu, bu durum uyuklayanlarda kabus, benim gibi iki göz, iki kulak dinleyenlerde de halka açılma isteği etkisi yarattı…

İMKB Başkanı Hüseyin Erkan şirketlerin milli servet olarak görülmesi gerektiğini söyledi ve “Böylece bekasını da düşünmek zorunda kalırız. Bu da şirketlerin sürdürülebilirliğini sağlar. ‘Bizden sonra tufan’ demek israftır” dedi.

Açılış konuşmalarının gazı ile şirket kurup halka arz edesim geldi…

Torunlar GYO ve Emlak Konut’un TV’lerde dönen reklam bombardımanının ardından şirketlerin halk açılması fikri cazip gibi görülse de hafızalara bazı acı hatıraları getirdi.

14 Ekim 2010 Perşembe

Zeytin Risalesi II


Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi (UZZK) Başkanı Mustafa Tan’ı bilen bilir…

Bilmeyene ise tarifim şu şekilde olabilir…

Cüneyt Arkın, Fatih’in Fedaisi Kara Murat rolüyle, Yeşilçam sineması için neyse, UZZK Başkanı Mustafa Tan da zeytincilik sektörü için eşdeğerdedir. Kendisi hem zeytin neferi, hem de Cüneyt Arkın gibi iyi bir binicidir. Toplantılarda rastlarsanız kendisi konuşurken, yelelerini savurarak doludizgin koşan bir atın üzerinde zeytin ağaçları arasından geçtiğini hayal etmenizde bir mahsur yoktur.
Ayrıca bu filmde Turgut Özatay’ın canlandırdığı Vlad Tepes karakteri de zeytincilik sektöründe dahilde işleme rejiminde ithalat isteyenlere denk düşer… Dalavere, dümen, entrika, ali ve cengiz kardeşler… Tekmili birden bu filmde de mevcuttur…
Velhasıl bir zeytin neferi olan Mustafa Tan, Cüneyt Arkın’dan sonra Yeşilçam jönleri arasında ikinci sırayı hak eder.
Bununla da kalmaz sektörle ilgili her fırsatta önemli açıklamalarda bulunur. Hitabeti o kadar kuvvetlidir ki, etrafına doğal hipnoz yöntemiyle zeytin ve zeytinyağı severleri çeker…

İyi güzel de ne der Mustafa Tan…

13 Ekim 2010 Çarşamba

Zeytin Risalesi I


Köpek zeytin yer mi demeyin, yer… Ben yerim… Hatta çok severim… Hele bol buldum mu, yağıyla kuyruğumu bile parlatırım…
Bu nedenle Orhangazi Ticaret ve Sanayi Odası’nın düzenlediği ‘Zeytinciliğin Bugünü ve Geleceği’ konulu panele hevesle giderek ön sıralarda yerimi aldım…
Ben not alırken yanımda oturan üreticinin benden zeytincilik sırlarını kopyalamaya çalıştığını gördüm… Patimle notlarımı kapattım…
Salonda estirdiğim hava 1000 dönüm arazi, 150-200 bin ağaç sahibi zeytin tüccarı havasıydı… Orhangazi-Bursa sınırına kadar sürdü… 

25 Eylül 2010 Cumartesi

Zeki Müren’i andık! O da bizi andı!

Sanat Güneşi Zeki Müren’in vefatının 14. yılı münasebetiyle düzenlenen geceye hevesle koşturdum…
Solistler Nalan Altınörs ve Selami Şahin idi…

Ömrü hayatında iki Selami Şahin şarkısını üst üste dinlememiş olan bendeniz Bobi’ye 1.5 saatlik Selami Ş. bombardımanı ağır geldi… Nalan kuliste uyuyakaldığından fantezi müzik ve arabesk karışımı öğelerin ağırlıklı olduğu Selami Şahin konserinde kuyruğuma kadar şiştim…

Nalan… Neden…
Selami Ş. “Sabaha kadar buradayız kuzum” dedikten sonra korkmaya başlayan ahali şiddetle alkışlayarak Nalan Altınörs’ü sahneye çağırdı. Bursa izleyicisinin hatırını kıramayan Nalan A. sahneye gelip, birkaç şarkıyı ucundan kuyruğundan yakalayarak bize eşlik etti.

Gecenin gafı Tansu Çiller’i kıskandırdı
Oysa şarkı gayet güzel sona erecekti… Ama “son cümleyi başkanıma söyleyeceğim” dedi…
“Geçse de geçlik çağım,
Boş kalsa da kucağım.
Sözümü tutacağım,
Adını anmayacağım”

Osmangazi Belediye Başkanı M.D. ise gecenin en doğal, en yontulmamış öğesiydi… Önce sanatçılara verilen çiçeklere göz koydu ve “Bana yok mu” dedi… Ardından izleyicilere dönüp; “Bu çiçekleri size nasıl atayım… Yaprak yaprak yolup mu, yoksa çiçekleri ayrı mı atayım… En iyisi ben böyle atayım, kime giderse” diyerek elindeki buketi izleyicilerin üzerine tahribi imkansız zaman ayarsız bir bomba gibi salladı… Çiçek 3. sırada oturan yaşlı amcanın kafasına isabet etti…
Ruhuna el Fatiha…
Gecenin sanat şehidi anısına 2 dakikalık saygı duruşu ile konser sona erdi… 

24 Eylül 2010 Cuma

Kim gördü... Bobi gördü...

İnegöllü meşhur köfteci Orhan, Korupark AVM'de eşiyle İskender Döner Menü yerken Bobi tarafından görüldü... Köfteci Orhan'ın 2. porsiyon menüsünü almaya gidişini hayretle izleyen Bobi, "Farklı lezzetler denemek köftecilerin de hakkıdır. Mevzu edilen yiyecek de et ihtiva etmektedir. Mühim olan virüslü et yememektir!" açıklamasında bulundu...  

Uludağ İhracatçı Birlikleri Genel Sekreteri Mümin Karacakayalılar da beraberindeki heyetle tekstil ihracatının ithalatı karşılama oranıyla ilgili incelemeler yapmak üzere Korupark AVM'deki mağazalarda temaslarda bulundu... Ayrıntılar UİB internet sitesindeki Araştırma Raporları başlığı altında bulunabilir.





13 Temmuz 2010 Salı

Hayııırrrr!… Almanlaarrrrr!…

Almanlar 3 gündür Bursa’da… Dünya Kupası’ndaki İspanya hezimetinin ardından Batı Avrupa ülkeleri teselli bulmak için kendilerini dost topraklara attı…

Gelenler öyle bitli turist modunda da değil, basbayağı resmi heyet konseptinde…

Zaten ikili ilişkilerimiz bu ülkeyle her zaman iyi olmuştur. I. Dünya Savaşı boyunca sanayi desteği aldığımız Almanya savaştan elenince, İngiltere, Amerika, Fransa gibi kallavi ülkelere kafa tutması çok da mümkün olmayan Türkiye de elenmiş ve 2. Dünya Savaşı’na katılma hakkını da böylece yitirmişti. Yani kader birliği yaparak Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayılmıştık… 60’lı yıllara gelindiğinde Almanya küresel oyunda yeni takımlar oluşturabilmek için müttefiki Türkiye’den ciddi oranda işçi almıştı… Bugün sadece Hessen Eyaleti’nde 300 bin Türk’ün yaşadığı biliniyor… Göçün psikolojik, sosyolojik, tarihsel, bilimsel ve filmsel sonuçlarını burada tartışacak değilim…

Anlatmak istediğim iki ülke arasında süregelen dostluk…

Almanya’nın Hessen Eyaleti Başbakan Yardımcısı Jörg-Uwe Hahn Bursa’daydı… Yanındaki heyetle birlikte kardeş bölge işbirliği görüşmeleri için incelemeler yapmaya gelmişler. 

Haziran ayının ardından...


Medya Takip Merkezi’nin (MTM), Haziran ayında, gazete, dergi, TV kanalı ve internet medyasında yaptığı haber takibi sonuçlarından yola çıkarak hazırladığı, “ayın ekonomi gündemi” raporuna göre; geçtiğimiz ay basında en çok yer bulan konu “vergi” haberleriydi. Ekonomik kriz konusu da gündemdeki yerini korumaya devam etti ve ay boyunca 9 bin 41 haberde yansıma buldu.

THY POPÜLARİTESİNİ KORUYOR…
Haziran ayında medyada en çok bahsi geçen kurum, THY oldu. Uçak filosunu arttıracağı haberleri ve Temel Kotil’in kurumsal açıklamalarıyla medyada sıkça boy gösteren Türk Hava Yolları, geçtiğimiz ayın en çok ilgi gören firmasıydı. Ay boyunca 4 bin 869 haber ve yazıda yer alan THY, 46 saate yakın süreyle ekranlarda kaldı.

G-20 ZİRVESİ HAZİRAN AYINA DAMGASINI VURDU…
Geçtiğimiz ay Kanada’da gerçekleştirilen G-20 zirvesi ekonomi basınının geniş ilgi gösterdiği bir diğer konu oldu. Başbakan Erdoğan’ın da katılımıyla gerçekleşen zirve, tüm mecraların toplamında 3 bin 157 haber ve yazıya konu edildi. Zirvede açıklanan bilgi doğrultusunda, Türkiye’nin G-20 ülkeleri arasında Çin'in ardından en hızlı büyüme gösteren ikinci ülke olması sıkça konuşulan konu başlıkları arasındaydı.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Sektörün derdi eşek zeytininden iri...

Önemli bir zeytin üretim ve işleme bölgesi olan Bursa’da sektör adına önemli araştırmalara imza attım. Zeytin ve zeytinyağı alanında söz sahibi olan bir duayenle sektör sorunlarını masaya yatırdım, masada kaldı.
Niyetim zeytin sever Kobi’nin bu civarda izini aramaktı.
Öğrendim ki; Tunus ve Suriye’den alınan zeytinyağı Avrupa’da rafinajlık kullanılan yağlarmış. Suriye’den alınan yağ ihraç edilemezmiş, çünkü kimse kabul etmezmiş. Bu yola sapanların amacı ise; benim güzel yağımı yurtdışına yollamak, bana kötü yağ yedirtmekmiş…

Türkiye’de de güney bölgelerinde yapılan yağlar hiçbir zaman iyi değilmiş… Örneğin Aydın yağı toprak kokarmış.

Güneyde Ege sızması adıyla piyasaya çıkarılan zeytinyağının hepsi “kokuyor” diye geri gönderilmiş…

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Lara’yı ağlatmadık ama…


Bobi bir Cuma’yı daha iyiliksever bir Bobi takipçisinin hibe ettiği biletle Lara Fabian konserinde geçirdi.

Açıkhava hınca hınç doldu… Herkeste “Acaba ‘Je taime’ şarkısını bize söyletmeye kalkar mı” tedirginliği… Fabian’ın o meşhur konserini bilenler huzursuz… Hava sıcak… Herkesin elinde bir pet şişe…  

Ben evden hazırlıklı gittim… ‘Je taime’ şarkısını bilmesem de ‘İmmortelle’ şarkısının nakaratını ezber ettim…
Lara sağ gösterip sol vurdu ve “Humana, humana” diyerek mikrofonu izleyicilere uzattı… Buyur buradan yak…  Ahalide tık yok… “Hum” diyen gerisini getiremiyor, kimisi de hu çekiyor…

Bu durum karşısında yaşadığımız toplu ezikliği anlatamam… Allahtan daha fazla mahcup olmadık…

Girişte konsere gelenlere birer A4 kağıt vermişler (bana vermediler), üzerinde kocaman pembe bir kalp var, arkasındaysa ‘Lara seni seviyoruz, yine gel’ mealinde bir cümle yazılı… Şarkı bitiminde millet elindeki kağıtları fora edince en az Lara kadar ben de şaşırdım…

1 Temmuz 2010 Perşembe

Patron dedi ki…

60 yaşından sonra emekli olmaya hazırlanan Patron, “Söğüt gölgesinde balık tutacak halim yok, ama her gün burada oturup, ‘Ulucami’nin minaresini kaybetmeyeyim’ diye de bir derdim olmayacak… Burada bugüne göre çok daha az yer alacağım… Hayat bir tane…” dedi…

Baba yadigarı çalışma masasının bir kenarında duran dosyanın içerisinden 15 senedir sakladığı bir kağıdı çıkardı ve okumaya başladı…

Kriz(den) çıktı(k)!

Çok değişik şeyler oluyor… Bobi olarak kafamın karışmasına engel olamıyorum…

2008 yılı sonunda içinde “kriz” kelimesi geçen her toplantı hınca hınç dolu olurken, aradan geçen zaman içinde Bursalılar krize olan ilgilerini kaybetti. Buna inanamıyorum…

Ya krizden çıkıldı da milletin haberi yok…

Ya da Nazım Hikmet’in dediği gibi;

“Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ona sorarsanız: “lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
Bana sorarsanız: “on senesi ömrümün.”
Bir kurşun kalemim vardı ben içeri düştüğüm sene.
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ona sorarsanız: “bütün bir hayat.”
Bana sorarsanız: “adam sen de, bir iki hafta.” durumu söz konusu…

Bu nedenle geçenlerde Bursa Ticaret ve Sanayi Odası ve Milli Prodüktivite Merkezi iş birliğiyle düzenlenen 'Ekonomik Kriz ve Verimlilik' konulu bilgilendirme seminerine sanayicilerden katılan olmadı…
Bir tanıdık gördüm; o da “İş olmayınca böyle etkinliklere katılıyorum” dedi… Hava değişimi yani…

Yazık, dinleyici başına 3 basın mensubu düşen toplantıda sunum yapması beklenen Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Araştırma Bölüm Başkanlığı Uzmanı Sinan Borluk kendini TSO koridorunda voltaya vurmuş, bir aşağı bir yukarı dolanıyor.
Kimseyi tanımadığından bütünlemeye kalmış da sınav bekleyen öğrenci mahcubiyetiyle başı önde… Zaten basın mensupları da masalardaki küçük ikramları aheste tükettikten sonra teker teker ortadan kayboldu.
Oysa Sinan Borluk, “Bir sonraki dönem için de yüzde 8'lik büyüme bekleniyor. Temkinli olmak gerekir. Krizden gelişmekte olan ülkeler daha çok etkileniyor” diyecekti ki, kelimeler kifayetsiz kaldı…. 

Büyük başın derdi büyük olur…

Halkın futbol takımı tutma eğilimi gazete satın alma eğilimiyle örtüşür. Büyük takımlardan birini tutan aynı zamanda kendi ilinin takımını da bir kenarından tutuverir.

Yani bir yerel gazete alan yanına yaygın yayın yapan yaygaracı bir gazeteyi de ekleyiverir. Maksat her şeyi öğrenip, vatan topraklarında kuş uçurtmamaktır…

Borsada oynamayan ve gelir kaynakları olmayan takımların taraftarları için takım tutma eylemi biraz karmaşıktır. En zararlı çıkanlar da sanayicilerdir.

Bursaspor’un şampiyonluğundan sonra Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın önü yeşil beyaz formasını giymiş amigoların yol bağlarıyla şenlenmişti.

24 Haziran 2010 Perşembe

Metal çağı sona erdi, yaşasın karbon çağı

Bildiğim tek karbon, fotokopi makinelerinin olmadığı dönemlerde kopyalama görevi gören bir yüzü parlak karbon kağıtlardı.
Devir değişti… Cehalet aynı kalmasın bari…
Karbon elyaf diye bir şey var…
Akkök Şirketler Grubu’na bağlı Aksa, Yalova’da üretiyor… 

Önceki gün Yalova’da “Sıradaki Endüstri Devrimi ve Türkiye’nin Fırsatları: Kompozit & Karbon Elyaf” başlıklı toplantılar dizisinin ilki yapıldı. Kompozit ile karbon elyaf endüstrisinin Türk ekonomisi için taşıdığı fırsatlar tartışıldı.

Tartışıldı tartışılmasına da tartışmanın ne kadarını anladım o ayrı mesele… Ancak bende oluşan fikir, karbon elyafı iyi bir şey…

Bir kere; rüzgar türbinlerinde, basınçlı kaplarda, otomotivde, altyapıda, yapı güçlendirmede, petrol platformlarında, denizcilik ile havacılık, spor malzemeleri üretimi ve savunma sanayi gibi farklı alanlarda kullanılabiliyor. Aksa Genel Müdürü Mustafa Yılmaz; “Saç telinden 10 kat ince, çelikten 6 kat daha dayanıklı… Bilin bakalım bu ne…” kıvamında karbon elyafı uzun uzadıya öyle bir anlattı ki, ‘Her derde devaymış, çıkışta çaktırmadan iki parça da ben yutsam da bağışıklığım güçlense’, diye düşünmeden edemedim.

"Dur vatandaş başına devlet kuşu kondu yahu"
Eskiden vapurlarda, trenlerde, kahvehanelerde olurdu… Adamın biri bir yerden çıkıverir… “Şu elimde görmüş olduğunuz…” diye başlardı… Bu ekol Türkiye’de satış pazarlama birimlerinin oluşmasının tohumlarını atmıştır… Piri de tanıdık biridir…

22 Haziran 2010 Salı

Konserden sonra 3 gün kendime gelemedim




Bobi severlerden biri, “Mendilimin yeşili / Ben kaybettim eşimi / Al bu mendil sende kalsın / Sil gözünün yaşını” diyerek bana bir bilet hibesinde bulununca ben de kıramayıp festival kapsamında Açıkhava Tiyatrosu’nda düzenlenen Yıldırım Gürses Anma Gecesi’ne teşrif ettim. Yeşil çimlerden sonra tiyatro koltukları mabadıma biraz sert geldi. Yine de biletim numaralı ve beleş olduğu için koltuğum kapılır endişesiyle konser sonuna kadar kıpırdamadım. 
Konser bir keman taksimiyle başladı. 17 kişiden oluşan saz heyetinde sağ baştan beşinci sırada oturan muhterem keman virtüözü kemanın tellerini koparıp gözünü kör etmeden taksimi tamamladı.
Vanessa Mae gelse gitmem artık… Pek muhteşemdi. Yalnız, ‘Bu performanstan sonra konser sonuna kadar bundan hayır gelmez artık’ yorumunu yapmadan duramadım. Konser solistleri Nalan Altınörs, Yıldırım Bekçi, Umut Akyürek ve Bekir Ünlüataer idi. Türk Sanat Müziği (TSM) içerisindeki hiyerarşiye göre saydığım ilk iki isim anlaşılacağı üzere kıdemli, diğer iki isim ise onların yanında er sıfatına giriyor.
Geç saatte başlayan konserin ilk şarkısı bir hayhuy içinde bitti. Hayhuy diyorum çünkü İskender’i fazla kaçıran solistlerde ne ses ne de senkronizasyon kalmıştı… Sayın Akyürek’in tiz sesi Yıldırım Bekçi’nin sesini sahne ortasında gözünün yaşına bakmadan doğrarken, Bekir Ünlüataer’in fevri çıkışları ise Sayın Altınörs’ün ses darbeleriyle bastırıldı. Unutulan şarkı sözlerini saymıyorum bile…
Konser en çömez Bekir Ünlüataer ile başladı. Diğerleri nefeslenmek, seslerini açmak ve az önce yaşanan karambolu unutabilmek için kulise gidip kendilerini çiğ yumurtaya verdiler.

Nerede eski solistler ah…
Siyah beyaz televizyonların konserli akşamlarından misal vermek istiyorum… Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Safiye Ayla gibi kıymetli ses sanatkarları sahneye çıktılar mı tekmil verecek asker gibi nizam, intizam içinde şarkıların makamını da bozmadan eserlerini seslendirirdi. Şimdikilerin ise içine Estetik Yay’ın ürettiği yaylardan kaçmış… Sahnede oradan oraya… Sanırsın galeyana gelip kendini izleyicilerin içine atan AC&DC mensuplarının konserine gitmişsin… El böğürde bekliyorsun, ha düştü ha düşecek, düşerse ezilmeyeyim, ne hali varsa görsün, diyerek… Bekir Ünlüataer de gençliğin verdiği heyecan ile bir iki sahneden sarkma hareketi yaptı… Baktı Bursalılar tutacak gözle bakmıyor, geri adım attı. Ardından da şarkıların bir kısmını izleyiciye söyletmeye kalktı ki, uyanık Bursalılar olarak bu tuzağa düşmedik… “Para verip bilet aldık (ben hariç)…  Ne diye biz söyleyeceğiz… Eğlendir biziii….” modunda sahnede vuku bulan hadiseye temkinli yaklaştık, el çırparak tempo tuttuk…

18 Haziran 2010 Cuma

Vermeyince mabud...

Dünya kupası başladı, yer gök futbol… Bursaspor’un şampiyonluğunun üzerine bu ikinci futbol dalgası bana biraz fazla geldi.
Diğer spor dallarının da en az futbol kadar önem arz ettiğini düşünerek, onlara da hak ettikleri “vuvuzella”nın verilmesini istiyorum.
Örneğin Bursa Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden BURFAŞ tarafından düzenlenen sabah sporu programını paylaşmaktan mutluluk duyuyorum… Hem de beleş ve müzikli… Beni görmek için heves edip gelecek varsa şimdiden söyleyeyim, ben bu işte yokum… 

Bazı çekincelerim var…
Tüm otoriteler sporun insan yaşamı üzerindeki disipline edici etkisinden söz eder… İnsanı cezp edip önünü ardını oynatmaya iten de “zindelik, sağlık” gibi şifreli kelimelerdir.
Aldanma da işte bu noktada başlar…
Bazı şeyler klişedir…
Modern çağ aldatıcıdır…
Zira Hulusi Kentmen’in yeni işe aldığı siyah çerçeveli gözlüklü kaknem sekreteri edasıyla defteri elinde gün boyu televizyonunun başında oturup, muayenehane kirasını çıkarmak için çabalayan doktorların her lafını kaleme alan bir güruha sahibiz. Her türlü bitkiyi denemekten teni yeşile, aklı meşine dönen güruha “sağlık, zindelik” kelimeleri sniperla alnının çatından vurulmuş etkisi yapar. Ardından halk belediyelerin her köşe başına diktiği spor aletlerine biner, yaz sıcağında kendini yürüyüşe veren kadın, erkek, çoluk, çocuk telef olur gider.
Bana göre değil…

Ben sporu çok sevdim, o beni hiç sevmedi…
Yukarıdaki savımın haklı nedenleri var… Çok sevmeme rağmen, spor bana gereken özeni ve hassasiyeti göstermedi.

17 Haziran 2010 Perşembe

Lost sezon finali: Bursa basını Küreklidere Şelalesi’nde…


Bursa’da ne kadar eli kalem tutan, gözü vizörden bakan, gazeteciyim diye geçinen zat-ı muhterem varsa, önceli gün itibariyle yazıya çiziye tövbe etti. Zira Bursalı gazeteciler ‘Küreklidere Şelalesi gezisi’ gibi masum bir ad altında düzenlenen doğa yürüyüşünde ciddi zayiat verdi. Akıllılık edip gelmeyen köşe yazarlarının köklerini kurutmak içinse yeni cazip organizasyonlar planlanıyor…
‘Haber peşinde koşan’ diye tabir edilen zevatın idmanlı olduğu düşünülmesin. Bilakis artık PR şirketleri haberi zaten muhabirlerin ayağına götürüyor. O nedenle sektörde çalışanların ‘backround’u finallerden geçmek için 1 ay boyunca sabah akşam oturup çalışmış, çalışırken de boş durmayıp masa, sandalye ve kitapları haricinde her şeyi yemiş, sonunda da gerisi baklava tepsisi boyutuna ulaşmış hukuk öğrencisini anımsatır. Zayiatın büyük olmasının nedeni de budur.

15 Haziran 2010 Salı

Kaside-i Hindu…

Nesib (Giriş):
Aklımda kalan sahnelerden biridir. Yıl 1984, siyah beyaz televizyonların en karlı halinde haberleri izliyoruz. İndira Gandhi koruması olan Sih muhafızlar tarafından Yeni Delhi’de öldürülmüş… Yerine 1991 yılında kurban gideceği suikasta kadar başbakanlık yapmak üzere oğlu Rajiv Gandhi getirilmiş… İndira Gandhi’nin tabutu omuzlarda taşındıktan sonra ağaç dallarından yapılma bir yükseltiye konur ve bir kibrit çakılır…
Trajik gibi görünse de aslında olası bir ritüel… Nüfus kalabalık olunca gömecek yer nereden bulsunlar… Ganj suyuna versen cenaze rezil olur… İyisi mi yakalım gitsin…
Gandhi deyince akıllara “Ulu Ruh” Mahatma Gandhi gelir ki bu hatun kişiyle isim benzerliği dışında bir alakası yoktur… Hatta izledikleri siyaset taban tabana zıttır… Gandhi Kemal ile ise hiçbirinin alakası yoktur…

Girizgâh (konuya giriş için uygun bir ortam hazırlama):
Kayıp adayı ve sevgili dostum Kobi’yi bulma yolculuğum sürerken, ilginç şeylere rastlıyorum. Bursa sanayi gelişmişliği bakımından Türkiye’nin önde gelen kentlerinden biri. Özellikle de otomotiv, gıda, tarım, makine gibi alanlarda başı çekiyor diyebiliriz. Bu nedenle sadece ülkenin değil dünyanın pek çok yerinden pek çok insanı ağırlıyor Bursa. Özellikle otomotiv endüstrisinin Bursa’daki gücü pek çok yabancı yatırımcının ile olan ilgisini artırıyor. 2009 yılında yoğun olarak yaşanan krizin ardından dünyanın “ekseni” kayıverince daha çok doğu ülkelerinden misafirler ağırlıklı olarak kente gelir oldu.

Mehdiye (Övgü):
Neyse efendim, bir grup Hintli vatandaş ilimizin sanayisi hakkında bilgi almaya geldi bugün. Girizgahın nedeni de budur. Fark ettim ki Hintliler neşeli insanlar…

14 Haziran 2010 Pazartesi

Risale-i turizm ve kente katkım…

Yarım kalmış bir turizm risalem vardı. I. Konsülün nerede toplandığı ile ilgili birkaç söz savurmuştum… Torbanın dibinde biraz daha kalmış… Onları da atıp rahatlayayım diyorum…

Turizm, hakkında herkesin her şeyi söyleyebileceği, çok boyutlu bir muamma… Hemen her şey azmettikten sonra turizm için malzeme olabilir. Van Gölü canavarı misali… Önemli olan bu ivmeyi canlı tutabilmek, canavarı sürekli beslemektir.
Son günlerde Bursa’da konuşulan tek şey de bu. Nereden ne olur da Bursa’ya gelen turist sayısı artar…  
Gezip görmeyi, yemeyi içmeyi seven bir Golden olarak ben de bu tartışmaların içerisinde yer almaktan mutluluk duyuyorum. Kısa bir özetle Bursa’nın turizm potansiyelini aktarıp son gelişmeleri paylaşayım istiyorum.
Öncelikle İznik’in Hıristiyan alemi açısından önemi ve inanç turizmine açılması gerektiği gerçeği herkesin malumu. Burada izlenecek yol, Konsülün yerinin belli olmasını beklemeden harekete geçmek, yok olanı var, oturanı uçuyor göstermek…

11 Haziran 2010 Cuma

Amortisör nedir, kaça ayrılır, ayrılır mı…. Ben ayıramadım…

Açıkçası fikrim yok… Henüz bizler için araba üretilmediğinden bu mekanizmanın aracın neresinde dahi olduğunu bilmem… Tek bildiğim araçlarda titreşimi, sarsıntıyı azalttığıdır… Faydalı, gerekli, hatta olmazsa olmaz bir şeydir… Bunu da binek ve ticari araçlar ile otobüs ve kamyon gibi ağır vasıtaların yanı sıra savunma sanayi ve demiryolları için amortisör üreten Maysan Mando’yu ziyaretimde öğrendim.
Bunu da göreceğim, duyacağım varmış diyerek tesisi gezdim... Basit bir Golden için fazla bilgi depoluyorum gibi geldi bir an… Ama belki de Kobi buradadır, düşüncesiyle firmayı gezmeden edemedim… 

10 Haziran 2010 Perşembe

I. Konsül nerede toplandı, ben neden davet edilmedim…

Geçtiğimiz günlerde Bursa Valiliği ve Uludağ Üniversitesi’nce Hıristiyanlar için önem taşıyan konsül toplantılarından ilkinin yapıldığı yerin belirlenmesi amacıyla düzenlenen “Uluslararası İznik 1. Konsül Senato Sarayı’nın Lokalizasyonu Çalıştayı” yapıldı. Duyduğum kadarıyla konsülün toplanma yerini tespit edip, bölgeyi inanç turizmi yönünden cazip hale getirecek, hatta ikinci bir Efes yapacaklarmış…
Yapılan çalıştaya davet edilseydim eminim I. İznik Konsülü’nün toplanma yerini keskin koku alma duyum ve gözlem yeteneğim sayesinde bulabilirdim… AKUT’tan da Nasuh Mahruki’yi çağırırdım ki arama kısmını çabucak halleder, kurtarma kısmını da İznik Gölü kenarında pusuya yatıp havaların ısınmasıyla don paça kendini suya atan yurt insanını takip ederek ifa eder, sıcaklarla birlikte artan boğulma olaylarının önüne geçebilirdik. Böylece ilçe ve tarih ve dinler arası diyalog için ciddi katkı sağlamış olurduk. Ancak dediğim gibi çağrılmadım…
Yetkililerin bu düşüncesizliğinin üzerine gidecek değilim.

Ha Hasan kel, ha kel Hasan…
Yalnız çalıştayda arama kurtarma çalışmaları yerine kavram tartışmalarına gidilmiş, şaşırmadım…

9 Haziran 2010 Çarşamba

Bobi'nin cevap hakkı...

"Adsız" bir Bobi sever: "bobi bir sorum var???
Etkinlik programı her zamanki gibi çok güzel, bir üniversite şehri olan Bursa'da etkinlik ücretleri sence de biraz pahallı deil mi? yani biz Bursa'da öğrenciyiz ve gitmek istediğimiz etkinlikler var ama etkinliklere ayıracak o kadar çok paramız yok. :(( Bu yüzden yazında bahsettiğin çimenlikte yanında yer varsa biz de gelmek istiyoruz???" demiş...


Bobi der ki: 
Arkadaşım, haklısın... Etkinliklerde sadece Beyaz Koza Yaz Şenlikleri konserleri ücretsiz... Onlar da muhtelif ilçelerde... İlçeleri de şenlendirelim, diyorsanız tavsiye ederim... 
Yoksa konser alanı yanındaki yerimiz hepimize yeter:) 
(Mama konusunda ciddiyim... Şimdiden 18 kg topladım... Mama alamayacak kadar da öğrenci değilsinizdir :) ) 

8 Haziran 2010 Salı

Festival biletleri satışa çıktı...

Biletler aşağıdaki linkten temin edilebilir...
http://www.bursafestivali.org/n/

Alternatif link:
1 tas Bobi mamasına 1 metrekarelik taze çimen zeminli oturma alanı...
Duyurulur...

Güney Marmara turizmine katkım büyük…

Yoğun bir haftanın ardından haftasonumu kuzenim Tarçın’ın yanında geçirmek için Sapanca’nın Mahmudiye Köyü’ndeki Naturköy’e gittim. O tarafa yolu düşen olursa muhakkak uğramalı. http://www.naturkoy.com.tr adresinden de ayrıntılı bilgi alınabilir. Kuzenim Tarçın’ın şanslı bir köpek olduğunu her zaman söylemişimdir. Kendisi uzun yıllar Çin’de yaşamış olan büyük dayımın “ya huyundan, ya suyundan” felsefesi ile meydana getirdiği bir Chow Chow’dur… Yurda döndükten sonra New York’a ilk ayak basan zenci gibi biraz yadırganmıştır. Kendisini severim.
Bu zamanda böyle güzel bir yerde yaşamak her köpeğin harcı değil. Yediği önünde yemediği arkasında. Kuzenim beni iyi ağırladı. Ona Bursa’daki Kobi’den ve kayıp kemikten bahsettim. Ciddi bir işadamı edasında beni hayalcilikle itham etti. “Sana burada iş ayarlayabilirim” dedi ama ben kabul etmedim. Misyonumu tamamlamam hepimiz için daha hayırlı olacaktır.


(Aslında saygılı bir köpektir, öyle her yerde dilini çıkarmaz)

Bursa turizminin sorunlarını masaya yatırdım… Masa kırıldı…

Haftanın son günü Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Güney Marmara Bölge Yürütme Kurulu Başkanı Mehmet Akkuş’u ziyaret ettim. Gezgin bir Golden olarak ona Bursa turizmi ile ilgili önemli sorularım olacaktı. Kendisi ilginç bir insan. Bursa turizminin gelişmesi için yönetime geldiği günden bu yana çırpınıyor desem yeridir. Bursa iş dünyasında Kadirizmin son temsilcilerindendir diyebiliriz. Bir görüşmemizde de Bursa’da klip çeken Selahattin Alpay’ın bir cdsini hediye etmişti. Böyle de düşünceli…
Neden Kadirizm dedim, çünkü duvarda Kadir İnanır ile çekilmiş bir kanka fotoğraf yer alıyor. (Selahattin Alpay’la da benzer bir fotoğraf vardı ama muhterem onu asmamış, her halde evinde saklıyor.)  
Kadirizm 20. yüzyılın son çeyreği ile 21. yüzyılın ilk dönemlerinde etkili olmuş bir felsefi akımdır. Bugün ise bu akım “para, güç, vatan-millet-Sakarya” bağlamında Polatizm olarak sürmektedir. Ama akımın temeli Kadirizm’dir. Bu akımda tespih olmazsa olmazdır. Tespih çekilen ezanın, verilecek cezanın sayısal ve sabırsal denkliğini kurmaya yarayan bir temsili araçtır. Bu akımda yer alabilmek için mütemadiyen beyaz gömlek giymeli, denizin üzerinde uçarken balık görmüş, gördüğüne sinirlenmiş martı gibi kanatlar gergin, kuyruk dik, gözler kısık (ki bu şekilde bakışın delici, kesici vedahi öldürücü etkisi kanıtlanmıştır), kaşlar kopmuş keman yayı gibi olmalıdır. Akım çağın da etkisiyle farklı akımlardan etkilenerek biçim değiştirse de özünde aynıdır… Metroseksüel değil, heteroseksüeldir ve aslında bu akımın temsilcileri ne kadar torna tezgah görmüş, işlenmiş gibi dursalar da doğanın o en saf halini içlerinde barındırırlar…

Uludağ muammanın peşrevinde muallakta...

3 Haziran 2010 Perşembe

Tam Kobi’yi buldum derken…

Kobi’ye çok yaklaşmıştım… Bu kez onu bulacak, ardından da onunla birlikte kayıp kemiğimi aramaya başlayacaktık… Bu kez nerede olduğunu çok sağlam kaynaklardan öğrendim… Yapı Kredi Bankası’nın Anadolu Buluşmaları’nın 21.’sini Bursa’da yapacaktı. Daha da güzeli Yapı Kredi’nin Kobiler için geleceği söylendi. Aceleyle Almira Otel’e gittim. Almira Otel Bursa’nın önemli toplantı ve konaklama mekanlarından biri. 10 Milyon TL'lik yatırımla baştan sona yenilendi. 20 yılı aşkın bir süredir konuklarını ağırlıyor. Genel Müdürü Ersin Yazıcı genç, başarılı bir işadamı. Kendisini otelin içerisinde oradan oraya koştururken görmeniz mümkün. Almira ise ay tutulması sırasında ayın çevresinde görünen kızıllık anlamına geliyormuş. Ben fark etmedim, sadece dolunayda dişlerim kaşınır biraz o kadar… Neyse efendim, bir koşu Almira Otel’e gittim… 

2 Haziran 2010 Çarşamba

Festival programı takibim yine amacından saptı


Bursa Festivali programı açıklanır ve ben her sene heyecanlanırım. Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda düzenlenen konserlere hayvanları almadıklarından genellikle tiyatro yanındaki çimlerde yayılarak konserleri dinler, ruhumu dinlendiririm. Kayıp kemiğim ile Kobi’yi bulma hedefim doğrultusunda ildeki bütün etkinlikleri takip etmeye çalışıyorum. Bu nedenle bu sabah Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin düzenlediği 49. Uluslararası Bursa Festivali tanıtım toplantısına yine gazeteci kılığında gittim. Almira Otel’in hazırladığı kahvaltıdan ben de nefsimi doyuracak kadar nasiplendim… Toplantıya sanayi dünyasından önemli isimlerde katıldı. Benim görebildiklerim; “Göbeği ata ata Uludağ Limonata” single’ıyla yaza damgasını vuran Uludağ İçecek Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erbak, TÜRKONFED Başkanı Celal Beysel, Durmazlar Makine Yönetim Kurulu Üyesi Fatma Durmaz Yılbirlik ile kardeşi Sinan Durmaz, Türkün Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erol Türkün’dü. Fatma Hanım aynı zamanda Kültür Vakfı’nın da başkanlığını üstelenmiş, etkinlikler için sponsor arayışında ama mutluydu.




Etkinlik programını birazdan açıklayacağım ancak önce toplantıdan bazı ilginç notlar aktarmak istiyorum...

1 Haziran 2010 Salı

Gemlik’e doğru denizi görünce şaşırmadım


Televizyonda, gazetede gördüğüm simaları canlı kanlı karşımda görünce bir hoş oluyorum. Bu meşhurların çoğu da İstanbullu olduklarından bende bir Anadolulu olma psikolojisi hasıl oluyor… Hal, hareket, tavır ve davranışları bende ilgi uyandırıyor, evine misafir gelmiş ev sahibi kedi gibi kenardan izliyorum…

Gemlik’te bulunan Gemport Limanı’nın 5 yıldır sürdürdüğü yatırım programında yer alan konteynır stok sahaları, antrepo ve iç dolum-dış bölüm boşlatma alanları açılış törenine gittim bugün. Gemport Gemlik’teki limanlar arasında benim kanımın en çok ısındığı limandır. Şimdiki Genel Müdür İsmail Hakkı Tas’tan önce genel müdür olarak kaptan Cüneyd Acar vardı ki, denizciler arasında “Sarı Cüneyd” olarak bilinirdi (Emekli kaptan Kara Şuayip söyledi bana). Şimdiki genel müdür de genç, dinamik, sıcakkanlı biri… Ayrıca bugün ilk kez karşılaştığım Gemport Yönetim Kurulu Başkanı Süha Aktaş da çok kibar bir beyefendiydi. Bir de denizciler sert olur derler…

Ah Zoo....

Haftasonu… Hava güzel… Sanayi bölgeleri kapalı… Yapılacak şey görevime farklı alanlarda devam etmek…


Tıpkı insanların yaptığı gibi hayvanat taifesinde de ‘gücü yeten yetene’ gibi bir durum söz konusu olsa da, benim de mensubu olduğum bu camiadan belki faydalı bir bilgi edinirim düşüncesiyle Bursa Hayvanat Bahçesi’ne gittim… Niyetim konuşabilenlerle konuşmak, koklaşabilenlerle koklaşmaktı…

Bursa Zoo, Avrupa Hayvanat Bahçesi ve Akvaryumlar Birliği (EAZA) üyesi bir park. Cümlenin içinde “Avrupa, Birlik” kelimeleri geçince tabii benim gibi akıllı bir köpek gayrete gelip sıcağa rağmen Zoo yolunu tutuyor…

Heyhat!
Bahçeyi buldum ama hayvanatı göremedim…
Zoo’daki en değişik ve hareketli hayvan grubu bir tür maymundu, onların da edep yeri açık olduğundan bakmadım…

28 Mayıs 2010 Cuma

Teşekkürler Müfettiş Gadget...

Fabrikalara girmek ve hem Kobi’yi, hem de kemiği aramak öyle zor ki… Bunun için öncelikle kendime iyi bir neden uydurmalıyım… Fabrikaları gezmeli, sahipleriyle konuşmalı, onlar firmalarını anlatırken ben de toplayabileceğim kadar ipucu toplamalıyım… Bu nedenle sanayide araştırma yapan bir gazeteci kılığına girdim… Kamufle olmamdaki başarıyı Müfettiş Gadget’ı bin bir beladan kurtarmayı başaran akıllı hemcinsime borçlu olduğumu itiraf etmeliyim… Sözü uzatmayayım…

İlk durağım Bursa OSB’de alüminyum döküm ve karoser üretimi yapan Doğasan oldu. Karoser de nedir, diyeniniz olur diye açıklıyorum… Karoser araçların sacdan yapılan dış kısmı… Kamyon kasası, otobüs gövdesi gibi…

27 Mayıs 2010 Perşembe

Merhaba ben Bobi…

Bu bloğu açmamın amacı bana yardımı olabileceğini düşündüğüm kişilerin (insan ya da Golden fark etmez) beni izleme ihtimalleri… Bir köpek nasıl olur da blog açar diye soracak olursanız…. Şimdiden sayfayı kapatmanızı öneririm…

Söylentiye göre sular henüz kuruyup karalar oluşmamışken, yani yeryüzünün sahibi olduğunu düşünen insan soyu henüz birbirinden bağımsız onlarca, yüzlerce, binlerce ada arasında gidip gelirken atalarım olan Golden Retriever taifesi de parlak tüyleri, akıllı bakışlarıyla kendilerine ait bir adada yaşamlarını sürdürürlermiş.
Büyük büyük büyük babam Tobi’nin büyük büyük babam Mobi’ye, onun da büyük babam Fobi’ye ve büyük babam Fobi’nin de bana anlattığına göre, önce sular çekilmiş, ardından da karalar olanca hızlarıyla birbirlerine yaklaşmaya başlamış. Karalar arasında sudan sınır kalmayınca insanlar ve köpekler bir arada yaşamak zorunda kalmış. Ne var ki insan soyu kendini bir Golden’dan daha akıllı saydığından çevresindeki tüm mahlukatı egemenliği altına almak için türlü yollar denemeye başlamış. O kadar ki, kendini güçlü sananlar kendi türleri arasında da güç ve iktidar ayrımına giderek yıllar, yüzyıllar boyu sürecek sıcak ve soğuk savaşlara, köleliklere, işgallere başlamış. Sonunda dünya denilen yer küre üzerinde ülkeleri oluşturan sınırlar çizilmiş, her birinin kendi bayrağı, dili, ırkı olmuş…